Tahsin Babam yıllarca hikâye biriktirdi, bir yerlerde karşılaştığı  herhangi birinin heybesine seslice bırakmak için.

 

Kimi komik, kimi hüzünlü hikayelerdi, kiminde kendisi vardı başrolde, kiminde alelade bir adem. Dinleten, yalın, anlatılanlar için hep bir hisse bırakmış olan hikayelerdi.

 

Etrafta babacan olarak tanınan, aile içinde yüzünden düşen bin parça olan, sevmeyi beceremeyen, aldığı sorumlulukların altında onca sene debelenen, her fırsatta ailesi ile temastan kaçınan bu anekdot adam varlığını anlamlı kılmayı ancak bu şekilde başardı. 

Hep bir kıssadan hisse anlattı durdu; bir ahbabına, kardeşine, oğullarına…

 

Baba olmak nasihat etmektir sandı. Hiç dövmedi çocuklarını ama hiç sarılmadı da onlara. Kırmamak dökmemek için arkasını döndü. Azarlamadı ama hiç takdir de etmedi.

 

Babalığı öğrendiği kişi; ağzı bozuk dedesi tarafından sürekli azarlanmış, 5 yaşındayken üvey anne ile tanışmış, merdümgriz bir adamdı. 

Sevilmeyi bilmiyordu ki başkasına öğretsin.

Saçını okşayan, kulağına iki güzel söz söyleyen olmamıştı. Annesi zaten yoktu da

Babası da… işte ne bileyim.


Onu da anlayamadı Tahsin Babam. Anlayacak durumu yoktu çünkü. Küçüktü, büyüyordu ama sadece hayatta kalıyordu. Neden diye sormuyordu hiç. Ne kendisiyle ne babasıyla barışabiliyordu kafasının içinde. Hep küs, hep ayrı gayrı.  Ben üvey çocuk muyum diye sorardı bazen kendine.


Birkaç kızla gönül ilişkisi yaşadı askere gitmeden. Birini sevdi, olur sandı, evlenirim bununla dedi; olmadı. Zenginlik ölçüsü uymadı. Sevmek konusunda yine yanlış koşullandı.  'Sevmek zenginlerin, parası olanların, zamanı satın alabilenlerindir' dedi durdu.


 Sevdiği kadınla değil, kendisine uygun olanla, askere gitmeden evlendi. Genç yaşta baba oldu ama ne olduğunu yine anlayamadı. Askerdeyken çocuğu doğdu, uzaklarda bir yerde 'bir çocuk' oldu. Askerden geldiğinde, kan çekti; çocuk babasına sokulmaya çalıştı. O anne-babanın yanında çocuk sevilmez diye, diziyle ayağıyla kendinden uzaklaştırmaya çalıştı. Bunu başardı; çocuk uzaklaştı, sonradan gelecek olan kardeşleri de öyle...


 Tüm hayatını küçük anekdotları yaşamak ve bunları anlatmak için yaşamış olan, hayatımın tam ortasından geçen benim 12’lik çivim; uzak olduğunda anlamlı oldu benim için. Uzak olduğunda hep daha fazla sevdim onu. Yakından gür çıkan ve kulak, yürek, sinir acıtan sesi uzaktan arada bir esen sabah meltemi serinliği getirdi bana. Babalığı; kendi babasından hareketle, hep 'nasıl olunmaz' ile kıyasladığı için ‘az baba’ daha 'çok tanıdık' oldu bana. 

Tanıdık oldukça sevdim, babam oldukça nefret ettim.


Bir gün bile çocuklarını sevdiğini hissettirmeyen, başkalarının ‘Bizim Tahsin Abi çok kalender adam’ olan bu sert ama naif adam bile yapamadıklarının pişmanlıklarını yaşadı. Kardeşlerini sevmeye çalıştı, olmadı. Karısını sevmeye çalıştı, olmadı. 


Kendi hikayesini de anlatsaydı bir gün bir yerlerde, şöyle başlardı herhalde hikaye:

Etrafınca sevilen, ama çocukları tarafından sevilmeyen, kendisi de kimseyi sevemeyen bir adam varmış... 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Seboreik Dermatitle İmtihanım-1

Rahat-sızım